kayıp…


Çıkmaz zaman içinde yeni bir güne aydınlanıyor sabah, henüz doğmamış bir kavuşmanın ihtimalini düşünüyorum, yastıkta sana doğru çeviriyorum başımı, aradan geçen her sabah gibi bu sabah da zeytin gözlerin yok karşımda. yarı uykulu yarı gülümsemeli, kolları kıpırdayan, beni nefessiz bırakırcasına ciğerlerine tüm soluğunu çeken bir günaydın yok artık.
Tadı olmayan günlerin içinde, bir dolabın kapağını açıp annenin memleketten gönderdiği, benim ilk kez tattığım yemişler gibi tadı olan bir gün bugün.

sadece küçücük bir kanepe sığan ve birbirimize sarılıp yatmaktan başka türlü ısınamadığımız, yaz mevsimi tavla oynamayı hayal edip bir türlü gerçekleştiremediğimiz balkonu olan o odadan sonra taşındığımız,
duvarlarına fotoğraflar astığımız, dolunay zamanı perdeyi aralayıp ay ışığının hayallerimizi aydınlattığı pencerenin hemen kenarında yatağımız olan,
yatağın tam üstündeki tavana gece karanlıkta parlayan fosforlu yıldızlar yapıştırılmış,
koridorla arasında duvar yerine camekan olduğundan biri geçse kim olduğunu gördüğümüz,
o oda da bir gün…
sensiz hiç kalmadığım kalmak istemediğim odada…
yap-bozun eksik parçası gibi değil ki eksik günlerimiz!
tamamlayıp kalan ömrümüzü birleştirip kaldığımız yerden devam edelim,
senin şehrinde bir sahil kıyısında uyanıp güne,
tekneyle ayrılalım sahilden gün batımına kaybolalım,
işte öyle bir gün eksik,
ya senin şehrin uçurum kenarında olduğundan ya da benim şehrimde deniz olmadığından…