adın on harfliydi


karahindiba, evet o işte, tüm nefesimizle top halinde duran tohumlarına üfleyip, ayrılan tohumların uçuşmaya başladığı, kendilerine konacak yeni yerler yeşerecek yeni topraklar aradığı, o çiçek… ayrıca tiyatroda izlediğimiz tek kişilik bir gösteride gelebilir aklına, nedense benim aklıma geldi, o kadar kıymeti yokmuş gibi geçmişti bir anda üzerinden o kadar gün. daha savrulmalarına sebep olduğumuz o tohumlar yeşermeden üstümüzde kara bulutlar gezmeye başlamıştı, anlamalıydık güneş gibi görüntüsü olmasına rağmen neden karahindiba dediklerini ve üfleyip savurmamalıydık hiç… belki de bunun için kara ismini almış büyülü bir çiçekti…

adının ilk harfi … dedi bana, inanmıyordum böyle fallara falan boş ver dedim… aklımdan çıkmıştı bile çokta zaman da geçmemişti, tanıştığımız ilk gün dahi geçmedi aklımdan zaten umudum da yoktu hep olmadığı gibi… sen bilmedin o bahçeli evin önünden kaç defa geçtim belki rastlarım tekrar görürüm boş işte, aradan çok geçmedi zaten taşınmışsın o evden… zaten okulunda bitecek gidecektin yakında düşünmek bile çok uzaktı seni-beni yan yana… aramızda yüz yıllık zaman ve yüz yıllık yol varmış gibi düşünürken belki saniyenin milyonda hatta milyarda hatta daha daha daha biri sürede seni-beni yan yana diz-dize hatta göz-göze getirmek bir mucize bir şaheser…. ismini … harfli bildiğim zamanlar, nefes nefese çıkıyorum o kadar merdiveni ve o heyecanla çalıyorum kapıyı kalbimin içinde örs varda çekiçle demir dövüyorlar gibi ( belki de ondan bu kadar soğuk ve demir gibi kaldı )… kaç defa açıldıysa o kapı her seferinde aynı heyecan aynı gülümseme aynı güzel ses aynı hoş geldin aynı zeytin gözlerin aynı aynı aynı sen…  Bana olan aşkını anlattığın o çok heyecanla çektiğin videoyu izledim bugün, saçlarındaki bandanayla o kadar güzel hazırlanmış ve konuşmuştun ki ‘sana aşığım’ dediğinde zeytin gözlerin evet o zeytin gözlerin o aşkın şahidi olmuşlar ve baktıkları yerde ben olmasam biz olmasak bir daha görmek istemeyeceklermiş gibi haykırıyorlardı.

(devamı için)